Metin Kutusu:

 

 

B.alel: Sayın Daskalov, geleneğe uyarak işe yaşamöykünüzden başlasak ne dersiniz? Ülkemiz okuru sizi “Değirmen” ve “Büyük Mücadele” adlı romanlarınızla tanıyor. Bize öteki yapıtlarınızdan söz eder misiniz biraz?

 

Daskalov: Vratsa'nın Lilyaçe köyünde doğdum. Anam beni tarlada, koca meşenin altında doğurmuş. Çocuk ellerim ilk önce toprağa değmiş ve toprak benim için ana bağrı olmuş. Bundan ötürü, diyebilirim ki, toprak benim yurttaşlık ve yazarlık yazgımı da belirledi.

 

Anam okuryazar değildi. Ama anlatmayı ve türkü söylemeyi iyi becerirdi. Eğer öyküde ilk öğretmenimin kim olduğu sorulursa, kuşkusuz, tatlı dilli anlatımıyla anamdır, derim. Bugüne değin, anamın portresini duvarımdan hiç eksik etmedim. Hep onun portresi altında çalıştım. Anamın portresinin yanında da, Bulgar edebiyatının babası İvan Vazov'un imzalı bir grafik çalışması olan bir portresi yer alır.

 

Babam köy öğretmeniydi. Ben de babamın okuduğu Lom Öğretmen Okulu'nu bitirdim. Kendi köyümde onun yerini aldım. Bir yandan yine onun yerini alarak köy kooperatifini yönettim ve toplum işlerinde çalıştım. Halk düşmanlarının nefretini kazandım, meslekten atıldım ve faşist iktidar tarafından kovuşturmaya uğradım. Sonunda, bu yüzden doğduğum yöreyi terk etmek zorunda kaldım. Sofya'da kooperatif dergisinde redaktör olarak çalışmaya başladım. Bir yandan da üniversiteye devam ettim ve Sofya Üniversitesi Slav Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdim.

 

Bu yaşam yolu ve deneyimi, benim yazgımı halkımla, onun özgürlük savaşımıyla birleştirdi. İkinci Dünya Savaşı'na katıldım; Hitler faşizminin ezilişine kadar Birinci Bulgar Ordusu saflarında ve Sovyet askerleriyle omuz omuza savaştım.

 

Bulgaristan kralcı-faşist rejimin pençesinden kurtulduktan sonra kendimi büsbütün öyküye, romana,  çocuk edebiyatına verdim. Sinemaya ve televizyona senaryolar yazdım, oyunlar kaleme aldım.

 

Şu anda 50 kadar kitabım var. Hepsi çağdaş konulu bunların. Tarihi sevdim, ama tarihsel konular yazarı değilim. Bu arada “Georgi Dimitrov Öyküleri”m bile yalnız Bulgar okuru için değil, yabancı okurlar için de çağdaş bir uyum ve anlam taşır. 1923 Eylül Ayaklanması’nı konu alan üç kitabımı da çağdaş ve enternasyonalist ruhla yazdığımı söyleyebilirim.

 

Sanat yaşamımın gelişiminde “Yol” adlı ırmak romanımın özel bir yeri vardır. Sanırım evrensel niteliğinden ötürü bu romanım on üç dile çevrildi. Köylerdeki sanayileşmenin ileri adımlarını, işçi sınıfının emekçi köylülerle yakınlaşmasını yansıtan “Fabrikanın Yanındaki Köy” adındaki romanım da bazı dillere çevrilmiş bulunuyor.

             

“Mirasçı” adlı romanımda toplumsal-politik yaşamımızdaki büyük ekonomik ve toplumsal kazanımların yanı sıra önemli psikolojik dönüşümleri, insan ruhunda meydana gelen değişimleri işlemeye çalıştım. “Yağmurlar Cumhuriyeti” ise bir savaşım simgesi. Fikirlere bağlılığın sonunda üstün geldiğini konu edinen, büyük çatışkıların yer aldığı, atmosferi düşsellikle dolu bir roman gibi geliyor bana. Bu romanım ile “Dimitrov Ödülü”nü kazandım.

             

B.alel:Değirmen” adlı romanınız bilinç iletiminin yanı sıra yeni rejimin uygulanışı konusunda birçok ipuçları da veriyor. Bu bakımdan değeri zaman içinde daha da artacak belgesel bir nitelik taşımakta. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

             

Daskalov: Vaktiyle bir çiftlik sahibinin malı olan ve Devrim ile birlikte halkın eline geçen söz konusu değirmen benim köyümün hemen yakınında. Bugün hâlâ dönüyor, uğuldayıp duruyor. Günün birinde onu yıkmak istemişler. Ama okuyucularımdan biri olan parti yöneticisi bana son derece özgün ve anlamlı görünen bir edebi kanıt göstererek direnmiş: “Koskoca bir romana konu olduğuna göre bir tarihi yapıt niteliği taşır ve yıkılamaz!”

             

Ben bu romanımda yalnız politik değil, ekonomik egemenliğin de emekçilerin eline geçişi olgusunu işledim. “Büyük Mücadele”de sergilediğim üzere toprak emekçi köylülerin eline geçtiği gibi fabrikalar da işçilerin eline geçti. Ama sosyalist devletleştirmenin bir ikinci yanı daha vardı: Yeni insan henüz deneyimsizdi. Bu kuruluşları sosyalist anlayışa göre yönetmeyi kolayca kavrayamıyordu ve içlerinde eski çalışma yöntemlerini sürdürmeye kalkışanların sayısı hayli kabarıktı. Böylece eski hiç farkına varılmadan yeni ile çatışmaya giriyor, bazıları kolektifle çatışıyor, pratiğin de yaşamsal ayrıntılarda, insanlarla ilişkilerde “yeni insan” kavramını açıklaması gerekiyordu. Yeni bir ruhun yaratılmasında çelişkiler ve çatışkılar ortaya çıkıyordu. “Yeni” imiş gibi görünen bazı kişilerin eski kaldıkları görülüyordu. 

 

B.alel: Romanın yanı sıra öyküler de kaleme alan bir yazarsınız. Biz ise adı üstünde bir “Öykü” dergisi. Bize kısaca Bulgar öyküsünden ve Stoyan Daskalov öyküsünden söz eder misiniz?

 

Daskalov: Ben dünya edebiyatında büyük eserler bırakmayan anti-roman ve anti-öykünün, bu gibi denemelerin her zaman karşısında oldum. Hâlâ da öyleyim. Ama bu arada hemen söyleyeyim, kendim de öyküde yeni düşünsel ve estetik dünya anlayışına uygun yeni buluşlar peşindeyim. Öyküden hemen hemen büsbütün vazgeçen ve okuyucuyla daha çok roman aracılığıyla buluşmayı yeğleyen çağdaş Fransız modernistlerinin tersine biz Bulgar yazarları bu kısa biçimi öteden beri seviyoruz. Öykü bizim coşkun ve heyecanlı mizacımıza daha uygun düşüyor. Bulgarlar, günlük yaşamlarında da bilgelikler kattıkları bir anlatımla olaylar öykülemeyi severler. Öykü, yazısız zamanlar boyunca halkın yeni kuşakları eğitmekte kullandığı masalın ardılı, uzantısıdır. Edebiyatta çok sevilen olayların dolaysız bir yansıması olan etkin bir türdür. Bizim çağdaş öykücülüğümüzün Vazov gibi Yovkov gibi, Elin Pelin gibi büyük usta ve öğretmenleri var. Bugünkü Bulgar öyküsü politik, yurttaşlık bilincine bağlı, yeniye dört elle sarılan, eskiyi kıyasıya açığa vuran, yaşamın canlı adımlarını izleyen öyküdür. Bu en kısa yoldan eğitme ve etkileme, şiir ve destan gibi birden kavrama ve eylem atılımı kazandırma aracı, tinsel ve toplumsal yaşam örgütçüsüdür. Bütün gazete ve dergilerimiz politik haber ve yazıların yanı sıra seve seve öykü de yayımlıyorlar. Öyle ki dünyada olup bitenleri öğrenmek üzere gazetesini açan okuyucu sanat öyküsü de okuyabiliyor.

 

Ben yazarlık yaşamımda ilk sevgimin, ilk göz ağrımın öykü olduğunu söyleyebilirim. “Çile” (1935), “Peron” (1937), “Magda Tepesi” (1940), “Yağmurluğun Altında” (1941), “Avlu” (1943) gençlik yıllarındaki ilk öykü kitaplarımdır. Bugün de çoğu kez büyük bir istek ve hoşnutlukla bu ilk sevgime dönüyorum. Bence bir yazar yalnızca öyküyle de halkının edebiyatına ve dünya edebiyatına da girebilir.

 

Balel:  Devrim’den önceki ve sonraki sanat diye bir ayrım gözlemleniyor. Bize bu iki dönemin ilişkisinden söz eder misiniz? Geleneksel olanla yenilikçi olan arasındaki bağıntı nedir?  Devrim’den sonraki sanat konu ve yaklaşım bakımından ayrı bir dönem olarak mı ele alınıyor?

 

Daskalov: Devrim, bilindiği gibi kapitalist toplumun bağrında doğuyor. Derimin yansıması olarak sanat da onun doğuşundan zafere ulaştığı ana kadarki izlerini ve özelliklerini taşıyor. Sanat kendi çağının ürünüdür; zamanın ruhunu algılar ve yansıtır. Zamanın dışında, halkın savaşımı dışında halkları özgürlüğe, gerçeğe ve aydınlığa doğru harekete geçiren ilk fikirlerin dışında büyük sanat yoktur. Ve devrimin zafere ulaşmasından önceki sanatla sonraki sanat arasındaki ilişki işte bu fikirlerden oluşur. Öyle ki, yeni, yenilikçilik, geleneksel olanın üzerine kurulur ve orada boy atıp gelişir. Biz sözde yeniyi ve yeniliği değil, devrimsel süreçlerin ürünü olan devrimsel yeniyi ve yeniliği söz konusu ediyoruz. Bu tarihsel bağıntı ve koşullanmaya karşın, her dönemin kendi fizyonomisi, yaklaşımı, yöntemi, kendi konuları ve sanatsal sistemi vardır. Değişik dönemlerin kuşaklarında olduğu gibi bunların sanatında da hem soy benzerliği hem de ayırt edici çizgiler görülür. Bulgar halkı ulusal nitelikleri ve ruh yapısıyla devrimden önce başkaydı; başlıca amacı kralcı faşist baskı yönetimine karşı savaşım yürütmek ve bu baskıdan kurtulmaktı. Devrimin üstün gelmesinden, egemenliğin halkın eline geçmesinden sonra ise yeni toplumu kurmak, sömürücü sınıfları ortadan kaldırmak ve bütün nimetlerin üretenlere ait olmasını sağlamak gibi bir sorunu gerçekleştirmeyi hedef edindi. Günümüzün Bulgarı başkalaştı, köklü devrimsel süreçler onun ruhunu pulluk gibi sürüp aktardı. Nice kör inanç ve önyargıların kökünü kazıdı ve böylece hazırladığı toprağa kolektivizm tohumları ekti. Bu durumda söz konusu olan iki dönem düşünsellik ve nitelik bakımından ayrıdır. Burjuva toplumunda her sanat her şeyden önce eleştirel gerçekliğin, patrioyotizmin, romantizmin, devrimsel idealizmin tek sözcükle başlangıç aşamasında sosyalist gerçekliğin çizgilerini taşır. Yeni toplumdaysa eskisinde yasak olan başlıca konular ön plana çıkıyor ve ana yöntem toplumcu gerçekçilik oluyor. Üstün gelen devrimin sanatı bambaşka boyut ve atılımlar gösteriyor, yaşamı her yönüyle izliyor, olgun sosyalist topluma yükseliş yoluna geçiyor ve geleceğe güvenle bakıyor. Artık ulusun damgasını taşıyan, ama enternasyonal olan sanattır bu.

 

B.alel: Bu iki dönemi çok kısa bir şekilde özetlemek mümkün mü?

 

D.askalov: Devrimden sonraki sanat ulusal köken bakımından devrimden önceki sanata benziyor, ama aynı zamanda bugünkü kuşağın atalarından ayrıldığı gibi ondan ayrılıyor.

 

Balel: Gelelim sanatın bilinç taşıyıcılık görevine. Bu görev gerektiği gibi yerine getirilebiliyor mu? Sizce günümüzde yazar ve yayımcıların yığınlara ulaşabilmesinin en kestirme yolu ne olmalıdır?

 

Daskalov: Sorun yığınlara ulaşma ve onları kazanma olduğundan bence en önemlisi sanatın halka onun bilincini yükseltecek olanı vermesidir. Bir başka deyişle sanat düşünsellik ve yaşamsallıkla yüklü olmalı, yığınların yaşamını kapsamalı, bunu düşlenen gelecek yönünde doğrulukla yansıtmalı, devrimin süreçlerine sadık olmalıdır. Arı sanat, sanat için sanat kuramı yığınlar için çoktan tarihe gömülmüştür. Ve eğer sanatçılar yığınların kalbine daha kolay ulaşmak, onları seferber etmek ve daha mutlu bir yaşam savaşımına çekmek istiyorlarsa - ki bu onların görevidir – yapıtlarıyla halka ulaşmak ve yeteneklerini, olanca ustalıklarını, halk sevgisiyle çarpan kalplerini seferber etmelidirler.

 

Balel: İsterseniz biraz da henüz yolun başında, sanat dünyasına ilk adımlarını atmakta olan yazarlarınızdan söz edelim. Sizde yetkin yazarlar ve ilgili kurumlar yenilere karşı nasıl bir yaklaşım sergiliyorlar? Sanat dünyasında kendini göstermeye hazırlanan genç bir yazar, ustalar tarafından kolayca kabul görülüp destekleniyor mu?

 

Dalskalov: Ben kimsenin yardımı olmadan kendi kendini yetiştirmiş, köy toprağından yetişmiş bir yazarım. Beni vaktiyle bir köle yaşamı süren köylümüzün ağır yaşam koşulları yoğurup yarattı. Büyük bir fikri, en yüce fikri benimsedim. Bu fikir beni ileri götürüyor, bana engelleri aşma, hayatı anlama, çözümleme ve sentezler yapma, kendi yaratıcı yolumu ve fizyonomimi arama gücü veriyordu. Böylece çalışarak meslektaşlarım arasına, devrimci yazarlar arasına katıldım. Onlarla birlikte olmaktan güven ve güç kazandım. Yeteneğimi doğru yönde geliştirmemde eleştiri olumlu bir yol oynadı.

             

Ülkemizde genç yazarlar fikirleri hazır, yoğrulmuş, oluşturulmuş buldular. Onların yaşamının içeriği yalnızca uğrunda herhangi bir savaş vermeden, kalıt olarak devraldıkları bu fikirleri hayata geçirmek, içinde doğdukları yeni toplumu daha öte oluşturup yetkinleştirmek oldu. Bu gençlere halk egemenliğinin eseri olarak, kuşkusuz ki, bu egemenliğin tüm kurumları bir baba özeni gösteriyorlar. Bulgar Yazarlar Birliği örgütü içinde bir Genç Yazarlar Kabinesi var. Besteciler Birliği’nin ve öteki sanat birliklerinin de böyle kabineleri var. Bütün bu birlikler programları gereği yetişmekte olan genç kadroya maddi katkılarda bulunuyor, yaratıcı çalışmalarında destek oluyorlar. Devrimden önce, genç değerler daha çok başkent Sofya’da ortaya çıkıyor, taşradakiler yetişme olanağı bulamadan sönüp gidiyorlardı. Şimdiyse sanat alanında da tam bir demokratikleşme var. Artık tüm büyük kentlerimizde genç yetenekleri arayıp bulan ve gelişmelerine yardım eden yazarlar örgütü kolları eylemde bulunuyor. Her yeni yeteneğin doğuşu bizde sevinle karşılanıyor; her biri her bakımdan, ilgi, yardım, teşvik ve destek görüyor. Bunlar yaşamı yakından tanımaları için sık sık işyerlerine gönderiliyor; başka halkların hayatını ve sanatını yakından tanımak üzere, dil öğrenmek ve deneyim değiş tokuşunda bulunmak üzere yabancı ülkelere de gönderiliyor. Böyleleri henüz Yazarlar Birliği üyesi olmadan, gazetelerde, dergilerde, yayın organlarında redaktörlük görevine atanıyorlar. Onlar da bu ilgi ve yardım karşılığında kendilerinden bekleneni vermekten geri kalmıyor, edebiyatımızı, sanat dünyamızı zenginleştiriyorlar.

 

Balel: Türk edebiyatı dendiğinde ilk aklınıza gelen ne oluyor? Yani Türk edebiyatı sözü sizi hangi isimlere götürüyor? Bu isimler sizde neler düşündürüyor?

 

Daskalov: Klasik edebiyatınız konusunda elbette ki derin ve etraflı bir bilgim olduğunu söyleyemem. Çağdaş edebiyatınızdan kuşkusuz ki bazı yapıtlarıyla tanıdığım değerli yazarlarınız var. Genel olarak çağdaş edebiyatınızı düzyazı ve şiiriyle eleştirel gerçekçi, yaşamsal doğrulara yönelik, dinamik, ilerici, savaşkan buluyorum. Bu edebiyat günden güne yığınları düşünsel ve sınıfsal bakımdan bilinçlendirme aracına dönüşüyor.

             

Değerli romancılarınızdan biri olan Reşat Nuri Güntekin “Çalıkuşu” adlı romanıyla bizde öteden beri bilinir. Sonra biz Bulgar yazar ve okurları çağdaş Türk edebiyatından sözün sınıfsal anlamıyla söz edilirken hemen Sabahattin Ali’yi düşünürüz. Onu dilimize çevrilen “Kuyucaklı Yusuf” ve “İçimizdeki Şeytan” adlı romanlarıyla tanıyoruz ve Cumhuriyet dönemi edebiyatınızın gerçekçilik öncülerinizin başında sayıyoruz. Büyük şairiniz Nazım Hikmet’e ilişkin unutulmaz anılarım var. Onu Bulgaristan’a ilk gelişinde karşılayanlar arasına da katıldım. Moskova’da konuğu da oldum. Çok sevdiğim şiirleri, oyunları ve “Romantika”** adlı romanıyla hepimizi büyük ölçüde etkilediğini kıvançla söyleyebiliriz.

             

Çağdaş Türk edebiyatının şiirde ve öyküde bu büyük ustalarını izleyen öncü gerçekçi yazarlarınızdan Orhan Kemal’i de İstanbul’dan ve Sofya’dan tanıyorum. Onun da değerli romancınız Yaşar Kemal’in de Bulgarca ve Rusça olarak bazı öykülerini ve romanlarını okumuş bulunuyoruz. Büyük gülmece yazarınız Aziz Nesin’in de yıllardır ülkemizde çalışmakta olan arkadaşımız Fahri Erdinç’in de birçok yapıtı dilimize çevrildi. Bu öncüler kuşağı ve bunları sürdüren henüz tanışmadığımız daha nice genç yazarınız, bugün şüphesiz ki,  edebiyatınıza çağdaş düşüncel çehresini kazandıran ve bizleri yakınlaştıran ana yaratım yöntemi olarak toplumcu gerçekçiliği belirliyor ve başarıyla uyguluyorlar.

                                                                                                                       

Ocak 1976, Sofya

 

* “Öykü” dergisi, Nisan 1976, sayı: 7

** “Romantika” Nazım Hikmet’in bizde “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” adıyla bilinen romanı.

 

DEĞİRMEN”İN YAYIMLANIŞINDAN SONRA

KİTABI ÇEVİREN MUSTAFA BALEL’İN

STOYAN TS. DASKALOV İLE

YAZARIN EVİNDE YAPTIĞI KONUŞMA*

canada goose homme parajumpers solde doudoune moncler timberland femme ugg suisse doudoune moncler femme timberland homme ugg australia parajumpers femme moncler soldes canada goose solde moncler femme canada goose pas cher moncler doudoune femme canada goose femme timberland suisse moncler homme parajumpers homme ugg pas cher in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
ugg ale canada goose suomi moncler sale canada goose takki barbour takki moncler takki timberland suomi canada goose sale parajumpers takit canada goose trillium barbour tikkitakki canada goose ale barbour jacket parajumpers long bear moncler untuvatakki parajumpers takki
adidas superstar femme adidas stan smith adidas superstar adidas stan smith femme
belstaff motorcycle jackets woolrich canada moncler vancouver barbour jacket duvetica canada uggs canada peuterey jacket woolrich parka timberlands canada parajumpers gobi timberland boots women duvetica outlet parajumpers outlet moncler canada
canada goose italiaa ugg saldi woolrich uomo woolrich parka woolrich outlet moncler uomo scarpe timberland ugg stivali stivali ugg moncler milano timberland shoes canada goose outlet timberland scarpe moncler outlet canada goose zug in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
moncler dames ugg ale uggs handschoenen moncler jas dames woolrich jas canada goose jas moncler heren parajumper jas dames barbour jackets barbour dublin timberland nederland timberland heren timberland boots moncler jas barbour wax moncler takki parajumper jas parajumpers sale in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
canada goose pas cher doudoune moncler moncler outlet veste moncler timberland shoes timberland femme moncler veste moncler veste homme canada goose outlet veste barbour timberland chaussure timberland homme parajumpers pas cher canada goose montreal doudoune canada goose femme ugg soldes
parajumpers tilbud moncler jakke moncler jakke herre nike sneakers nike sko nike sb stefan janoski max nike sb janoskicanada goose baby ugg boots canada goose danmark timberland boots parajumpers long bear canada goose trillium parka canada goose jakke parajumpers udsalg parajumpers jakke udsalg ugg hjemmesko timberland sko
Viagra with Dapoxetine kaufen Kamagra Fizzy Tabs viagra apotheke Viagra pour Femme Viagra Dapoxetine Viagra pour femme acheter du cialis Generika Testpakete Acquisto Cialis Super Active Cialis Daily Viagra kopen erectiepillen kopen Acheter Levitra cialis 20mg Comprare Propecia Acquisto Brand Viagra kamagra kaufen viagra voor vrouwen Kamagra France
cialis en om dagen cialis online danmark kamagra bivirkninger viagra virkning viagra priser apotek levitra virkning cialis bijwerkingen kamagra bijsluiter levitra bijwerkingen viagra werking viagra kopen apotheek kamagra bestellen kamagra kopen levitra prijs levitra kopen cialis 20 mg cialis 20 viagra kopen viagra pil
viagra generika viagra kaufen cialis generika cialis online levitra kaufen levitra generika kamagra jelly kamagra shop levitra dosierung viagra online kaufen kamagra 100 kamagra 100mg levitra 20 mg levitra preis cialis 20 mg cialis kaufen viagra generika viagra kaufen