BalelÜlkemizdeki öykücülük çizgisi konusunda görüşünüz? 

Kaftancıoğlu:  Yıllıklar, dergiler, geçen yılların durumunu ölçüp biçenler öykücülük üstüne görüşlerini yazdı, yayımladı, derledi topladılar. Ancak hepsi, herkes yansız, ystıksız söz etti mi? Sanmıyorum. Açıp bir soruşturmaya bakıyoruz, Ahmet Mehmet’i, Ali Veli’yi övmüş. Bu çarpıklık, bu gerçekten uzak değerlendirme; özü-sözü doğru eleştirmenleri de üzüyor, gerçek ölçüyü öğrenmek isteyen okuru da, yazarı da. dürüst olmayan, yalanla tutunmayı düşünen yazar mı olur, öykü mü yazar? Ulusunun yurdunun, kişinin sıkıntılarını, durumunu dile mi getiriyor böyleleri? Öykünün çizgisi öncelikle sağlam görüş, yansız görüş, kişinin çoğunu, hepsini ilgilendiren konuları ister. Bir açıdan bakınca, ülkemizde öykünün bolca yazıldığı, öykücülüğün belirli bir çizgide olduğu görülür. Elekten geçirince, üste kalanların çok az olacağı anlaşılır. Ben, ülkemizde istenilen çizgide öykünün yoğunluk göstermediğini sanıyorum. Elimde çokça öykü yapıtları var, okumak oldukça zor, oldukça güç. Oysa öykü bir bardak su gibidir. Bizimkiler daha içilecek durumda değil diyorum.  

Balel: Dönemeç’le büyük bir dönemeci aştınız.  Bundan böyle çalışmalarınızda yeni yeni dönemeçler aşmayı mı düşünüyorsunuz, yoksa kurduğunuz doğrultuda sürdürmeyi mi? 

Kaftancıoğlu: Dönemeç’le büyük bir dönemeç döndüğümü söylemenize sevindim. Sağolun. Bu büyük sevincin, böyle bilinmesinin beni nasıl bir sorumluluğa götürdüğünü biliyorum. Ben asıl dönemeci dönmediğimi söylemek isterim. Dönemeç; hep belirli kimselerin çarkını döndüren düzenin zorla yarılışı, kırılışıdır. Asıl bu çember yırtıldıktan sonra dönemeçler gözümüzün önüne geldi. En yetkisizinden en yetkilisine ulaşan bir katlar, oranlar çizgisi bizi daha çok yazıp çizmeye, dönemeçler dönmeye zorluyor. Elbette daha çok dönemeçler var önümde. Onları da dönmek gerek. Her köşe başında bekleyen binlerce cin-peri var. Onları bilmek var. Dönemeç’i seçili kurul değerlendirmiş, değerini vermiştir. Benim artık söyleyecek sözüm yok. Yalnız, amacım; sıkıcı, konudan uzak betimlemeleri, belirlemeleri getirip okuyucuları itmemektir. Kişiler, olaylar, yer hep kendiliğinden belirlenmeli, kişi kendini kendi tanıtmalı, derim. Dönemeç’te bu var mı yok mu bilmem? Benim amacım “saçı böyle, başı böyle, dişi böyle, burnu böyle…” sözlerinden kaçmaktır. Yolumuz Dönemeç’ten ileri. 

Balel: Yelatan’da tüm gerçek yanlarıyla gerçek insanı saptırıyorsunuz. Sizde insan kavramı alışılandan değişik. İnsanı yansıtırken yaklaşımdan yola çıkmıyorsunuz. Biraz daha açmak gerekirse tipler değil sizin insanlarınız. Ön yargılarla çiziktirilmiş, iyi ya da kötü, sinsi, uysal, başkaldıran, boyun eğen kişiler olmaktan uzaklar. En uysal bir kişi bir anda başkaldırabiliyor, en iyi insan gerektiğinde çok acımasız olabiliyor. Özellikle “Yelatan”da belirgin çizgilerle göze batıyor bu nokta. Gerçekliğe aşırı bağlılığınızdan mı  yapıyorsunuz bunu, yoksa yeni bir görüş mü getiriyorsunuz? 

Kaftancıoğlu:  Yazarın belli bir çıkıştan girmesi gereği de doğuyor. Sonra insanı bizim yapıp yoğurmamız doğru mu? Bana kalırsa insan insandır. Nasılsa öyle verilmeli. Yıllarca kuzu gibi tanıdığımız bir yakınımız, arkadaşımız, bir bakıyoruz cana kıymış, adam öldürmüş. Çok sert bir öğretmenimiz, bir bakıyoruz, okşayan biri olmuş. Kişinin belli koşullar altında belli davranış göstermesi beklenemez, gerçeğe ters düşer. Doğanın olayları gibi determine varlık değildir kişiler. Kedinin kuyruğuna basarsanız ısırır, miyavlar. Bütün kediler böyledir. Kişinin canını yakarsanız kimi bağırır, kimi aldırmaz, kimi de can yakar. Daha daha o kişi bugün sizi ülger yüzle karşılar, yarın size sövebilir. Gerçek kişi böyledir. Yaşam boyu iyilik perisi, yaşam boyu kan içen birisi yoktur kişilerin içinde. Az-çok hepimiz böyle değil miyiz? Kendimize söyleyelim gerçeği. Köyün kadını, kızı, erkeği, yaşlısı… Her bir türlüsü var. Bunarlın hiçbiri büyük kentin kişisinden ayrı değil. Öncelikle hepsi insandır. İyi bakmasını bilir, insanı iyi görebilirsek kimin nerede başkaldırıp haykıracağı, nerede eğri nerede doğru olacağı bilinmez. En yakınlarım, birlikte çalışıp gün geçirdiğim kişileri  ele alıyorum da, üç gün önce canım ciğerim, iki gün sonra can düşmanım oluyorlar… İşte gerçek kişi budur. Ben de Yelatan’da bunu vermeye çalıştım. 

Balel :  Doğa ve toplum arasında sıkı bir bağ, kaçınılmaz bir ilinti kurduğunuz açık.  Doğanın topluma egemen oluşu kuşkusuz bir gerçek. Ne var ki toplum doğanın bu baskısından kurtulamaz mı? Hiç olmazsa bir takım çıkışlarla insan doğaya karşı koymaya çalışamaz mı? Doğayla baş başa bırakılmışlık karşısında tepkileri ne oluyor sizce? Saskaralılar, bozuk yolları tıkayan, kasabayla, kentle, dünyayla ilişkilerini kesen kara, kışa karşı direnmenin dışında neler yapmalı sizce? 

Kaftancıoğlu: Saskaralılar doğanın baskısı, ezgisi, buyruğu altında. Bu gerçek. Yalnız ben de şunu söyleyeyim, ülkemizde doğaya buyruk bir bölge, bir kişi, bir kurum, bir çıkış var mı? Eğer bir çıkış varsa o da söndürülmek istenir. Saskaralılar bu düzenin dışında kişiler değildir. Amacım okuyucuya “bunlar böyle ne yapacaklar, doğayı üzmek gibi bir çıkışları olmayacak mı?” dedirtmekti. Bunu dedirttimse ne mutlu bana. Geriye kalan Saskaralılar’ın ne yapacağıdır. Bunu da elimdeki Sidiği Sarılar romanıyla karşılasam, açıklasam daha iyi olur. Yalnız ne var ki, batı ülkeleri, uygar ülkeler diye nitelediğimiz kesimler doğadan hem bizim, hem kendilerinin payını bol bol alıyorlar. Şu satılan dört tekerlerde bizim payımız yok mu? Çürüyen bir ölünün kemiği ağaca bakteri olunca o ağaçtan yapılan araçlarda payımız vardır. Bunu Saskaralılar öğrenmiş durumdalar. Sidiği Sarılar bunu açıklayacak, gösterecek. Büyük sözden kaçalım iyi olur. 

Balel: Çeşitli etkenlere karşın Türkçenin en yalın en duru bir biçimde konuşulduğunu görüyoruz yapıtlarınızda. Bir yandan Karadeniz ağzının, Gürcücenin, Azeri lehçesinin, Farsçanın  eni konu yaygın olduğu bir yörede dildeki bu yalınlığın, özünü korumanın nedeni aşırı bir tutuculuk olmasa gerek. Bu konuda neler söylemek istersiniz? 

Kaftancıoğlu: Gerek Yelatan gerek Dönemeç, gerek Karacan birinciliği alan Hakkullah’ta ilgi çekici bulundu. Eleştirmenler büyük önem verdiler dil konusuna. Tutuculuk sonucu bir başarı elde edilmez elbette. Benim anlattığım çevrede dil insanın gerçek Türkçe, arı Türkçe, güzel Türkçe. Osmanlı baskısından, İslami etkiden kaçan Türk boyları, İç Oğuzlar, Bayat Boyu yüksek, kuş uçmaz, kervan geçmez bölgelere sığınmışlardır. Din etkisine kapılmamış, daha açıkçası İslamiyet’i itmiştir.  Şamanist kalmıştır. Böyle kalışını büyük bir değer olarak benimsemek gerekiyor. Kendini, inancını, varlığını, töresini korurken Türkçe’yi de korumuş. Getirdiğim dil, kullandığım dil işte Türkçe’ninn kendi anayurduna inişidir. Yelatan bunu yapmaya adanmıştır. Öyle sanıyorum ki bir yere dek başarmıştır. Örneklersek “ve” hiç kullanılmadı, gerekmedi. Yad-yabancı tek söz yoktur. Türkçe’nin anlam kaydırması, söz oyunlarıyla nasıl güçlü bir dil olduğunu ortaya koydu Yelatan. Sözü mü dağıtıyorum bilemem ya, özetlersem Türkçe kendi öz, asıl varlığıyla sığındığı bölgeden düze, ovaya, anayurda indi, zorlama, yaratma diye bir çabam olmadı. Dili olduğu gibi kullandım.  

Balel: Uzun emeklerle incelenip elekten geçirilmiş su gibi duru sözcüklerinizle Türk diline katkıda bulunmayı hedeflediğinizi gösteriyor. İşlediğimiz yöre insanlarının ayrıca deyimler, atasözleri yönünden çok zengin olduğu çıkıyor ortaya. Bu araştırmacılığınızın kapsamı konusunda bilgi verir misiniz? 

Kaftancıoğlu: Bir dil işlene işlene, kullanıla kullanıla mı sözlere, yinelemeli sözlere varır, yoksa kıt-kısır oluşundan mı öz sözlere, yinelemelere gereksinme duyar? Bunu önceden bilmek gerek. Taş devrinde toplanan taşlarla evler yapılmıştır. Bugün de ilkel bölgelerimizde evler böyledir. Daha ilerledikçe devirler, insanlar taşları yontup biçimlendirmiştir. Bugün varlıklı, gelişmiş bölgelerimizde olduğu gibi, evleri yontulmuş, taraklara vurulmuş taşlarla yapmıştır. Türkçemizin durumu bu örneğe benzer. Türkçe oldukça işlenmiş dil, oldukça kullanışlı dil olmalı ki dilden yontma taşlar, köşe taşları yapılmış. Oklar yapılmış.  Özsözler, vurucu sözler, etken sözler yaratılmış. Yani dil, rasgele sözden, her ağzın söyleyeceği, becereceği dilden apayrı özsözler yaratmış, ortaya koymuş. Bunları ilgiyle izledim, dinledim, bunlarla büyüdüm. Türkçeye az bir ilgi duyanlar bu güzel, özlü, ağır, etkili sözleri çok kolaylıkla duyar. Bunları unuturum, bir gün şu gittikçe bulunan ortamda yok olur diye yazıp saklıyorum. Gerekince kullanıyorum. Hepsi bu. 

Balel: Yapıtlarınızda kişileri konuştururken sık sık yinelemelere ikilemelere yer verişinizin kahramanlarınızın karakterleriyle bir bağıntısı olabilir mi? “Kurt-kuş”, “börtü-böcek”, “kapımı kapadın-kapın kapan” gibi. 

Kaftancıoğlu: Öyle sanıyorum ki bu sorunun karşılığı yukarda saklı. Gene de şunu belirteyim. Kişiler konuşurken sözün önemini, ağırlığını, kılıç yarasının iyileşebileceğini, dil yarasının sürüp gideceğini bilirler. Bu yüzden okkalı söz etmek isterler. İlle ne ki ağızlarından çıkanı da kulakları duyar. Karşıdakini alt etmek için iyi söz bulup yaralamak isterler. Susturucu olmak için sözün uyanıklığından, benzerliğinden, iç uyaktan, yinelemeden yararlanırlar. “Arpaya katsam at etmez, kepeğe katsam it etmez”,  “ekmeği dizinde uğrası yüzünde”, “dağ-taş”, “dam taş” gibi sözler, söyleyişler elbette kişinin kendini ortaya koymasını, silinip gitme yerine, ağırlığının bilinmesini isteme çabasıdır. 

Balel: “Yelatan” ile büyük bir aşama kat edip romana geçişiniz ilerde roman dalında büyük başarı elde edeceğinizi kanıtlıyor. Bu arada öyküyü hepten bir yana bırakacağınızı da sanmıyorum. Yakınlarda yayımlanacağını duyduğum “Çarpana” adlı öykü kitabınız da bunu gösteriyor. Yeni roman çalışmalarınız konusunda bilgi verir misiniz? Son romanınızda Saskaralılar’ı kente indireceğinizi duydum, gerçek mi? 

Kaftancıoğlu: Gerek öykü yazmak, gerek roman yazmak kolay değil. Bana kalırsa öykü daha zor. Benim öyküyü bırakmam diye bir söz yok. Bu nereden çıktı? Hemen yayıma hazır Çarpana. Ağırlığı olacak bir öykü yapıtı. Bana kalırsa roman; uzunluğu, uzun çalışma istemesi bakımından öyküden ayrılır. Yoksa Ali Veli, Veli Ali. Çarpana’nın arkasından gelecek yapıtlarım da var. Ancak bunlar vurulmadık tilkiler….. Elimdeki romanım yukarda söylediğim gibi Sidiği Sarılar.  Saskaralılar kentten dönen, askerden dönen kahramanımızı yermeye, ezmeye kalkışır. Kahramanımız başarılar elde eder, bir yere varır. Seçimler de çok yanlış bir yol izlediği söylenir, hep yolu kesilir, şura bura… Çevre de ezilir, köyde ezilir, kendisi de yok olur gider. Oldukça ilginçtir burası. Şimdilik açıklamanın yersiz olduğunu sanıyorum. Gerçek bir yaşamdan alınmıştır. Ben kurup çatmış değilim. Aslında yayımlanınca bu yanı çok kolay anlaşılacak.  

İkinci bir çalışmam da şu: Garip Cilavuz’a girdi. Bundan sonra ne oldu? Garip nasıl okudu, nasıl uyum sağladı. Çıkınca ne yaptı, şimdi nerede? Özellikle Cilavuz Köy Enstitüsü’nün öğretmen okuluna dönüşümü söz konusudur. Bu dönüşümün ilginç sonuçları, çekişmeleri, yarattığı, çıkardığı dumanları vardır. Bunları açık açık ortaya koyacağız. Canlı, bütün kişileri yaşıyor. Bunları da yazıyorum. Yazdıkça kendim güle güle çatlıyorum, bakalım okuyucu da güler mi? 

Dağıldık mı bilmem? Bir seri röportajlarımı bir araya getiren bir yapıtım yayında sıra bekliyor. Sık sık olmasın, arka arkaya gelmesin, diye bekletiyorum. İki destan var yayına hazır durumda. Karalama olarak sakladığım bir-iki destan var. Bunları kısa süre içinde yayınlamak bana kalırsa gerekli. Yarımız karanlık, bilinmez. Başımızı taş yastığa koymadan yazmalı. Şimdilik böyle…. 

Balel: Türk Dil Kurumu roman yarışmasına “Yelatan”la katıldınız. Bu konudaki düşüncelerinizi söyleyebilir misiniz? 

Kaftancıoğlu: Bu konuda benim söz etmem yersiz. Yelatan’ın bir dil tarlası, Türkçenin bitek ovası diye düşünüyorum. Seçici kurul var, elbette son söz, gerçek söz, değeri biçme yetkisi onların. Bu yıl ödüle sanıyorum Define, Büyük Gözaltı, Güllüceyi Sel Aldı, Çelo, Ökse, Yelatan katıldı. Bunların hepsini okudum. Tek tek. Dil açısından bazılarını çok sakıncalı buldum. Hiçbir çabası yok bunlardan bazılarının. Ben romanımı Türk dili için yazdım dersem herkes beni hoşgörsün, bağışlasın…. 

Balel: Orhan Kemal ödülüne niçin katılmadınız? 

Kaftancıoğlu: Yeni Ortam gazetesinin sanat sayfasında açıklama yaptım. Bu ülkenin, bu yurdun sorunlarını, kişilerini, olaylarını ele alıp incelemiş, yazmış, başarmış bir yazar Orhan Kemal. Benim saygım var. Orhan Kemal çizgisi ulaşacağımız, Orhan Kemal ödülü onurlanacağımız bir  ödül. Ancak katılmadım. Önümüzde yeni yıllar, elimizde Orhan Kemal’e yaklaşan romanlarım var. Onlarla katılmak için Yelatan’ı sokmadım bu yıl. Hepsi bu… 

Saygılarımla…

Yeni Ortam, 1973

 

canada goose homme parajumpers solde doudoune moncler timberland femme ugg suisse doudoune moncler femme timberland homme ugg australia parajumpers femme moncler soldes canada goose solde moncler femme canada goose pas cher moncler doudoune femme canada goose femme timberland suisse moncler homme parajumpers homme ugg pas cher in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
ugg ale canada goose suomi moncler sale canada goose takki barbour takki moncler takki timberland suomi canada goose sale parajumpers takit canada goose trillium barbour tikkitakki canada goose ale barbour jacket parajumpers long bear moncler untuvatakki parajumpers takki
adidas superstar femme adidas stan smith adidas superstar adidas stan smith femme
belstaff motorcycle jackets woolrich canada moncler vancouver barbour jacket duvetica canada uggs canada peuterey jacket woolrich parka timberlands canada parajumpers gobi timberland boots women duvetica outlet parajumpers outlet moncler canada
canada goose italiaa ugg saldi woolrich uomo woolrich parka woolrich outlet moncler uomo scarpe timberland ugg stivali stivali ugg moncler milano timberland shoes canada goose outlet timberland scarpe moncler outlet canada goose zug in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
moncler dames ugg ale uggs handschoenen moncler jas dames woolrich jas canada goose jas moncler heren parajumper jas dames barbour jackets barbour dublin timberland nederland timberland heren timberland boots moncler jas barbour wax moncler takki parajumper jas parajumpers sale in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
canada goose pas cher doudoune moncler moncler outlet veste moncler timberland shoes timberland femme moncler veste moncler veste homme canada goose outlet veste barbour timberland chaussure timberland homme parajumpers pas cher canada goose montreal doudoune canada goose femme ugg soldes
parajumpers tilbud moncler jakke moncler jakke herre nike sneakers nike sko nike sb stefan janoski max nike sb janoskicanada goose baby ugg boots canada goose danmark timberland boots parajumpers long bear canada goose trillium parka canada goose jakke parajumpers udsalg parajumpers jakke udsalg ugg hjemmesko timberland sko
Viagra with Dapoxetine kaufen Kamagra Fizzy Tabs viagra apotheke Viagra pour Femme Viagra Dapoxetine Viagra pour femme acheter du cialis Generika Testpakete Acquisto Cialis Super Active Cialis Daily Viagra kopen erectiepillen kopen Acheter Levitra cialis 20mg Comprare Propecia Acquisto Brand Viagra kamagra kaufen viagra voor vrouwen Kamagra France
cialis en om dagen cialis online danmark kamagra bivirkninger viagra virkning viagra priser apotek levitra virkning cialis bijwerkingen kamagra bijsluiter levitra bijwerkingen viagra werking viagra kopen apotheek kamagra bestellen kamagra kopen levitra prijs levitra kopen cialis 20 mg cialis 20 viagra kopen viagra pil
viagra generika viagra kaufen cialis generika cialis online levitra kaufen levitra generika kamagra jelly kamagra shop levitra dosierung viagra online kaufen kamagra 100 kamagra 100mg levitra 20 mg levitra preis cialis 20 mg cialis kaufen viagra generika viagra kaufen