biyografi 

basında

çeviriler

söyleşi

ana sayfa

       
ROMAN
peygamber çiçeği
asmalı pencere
ÖYKÜ
kurtboğan
kiraz küpeler
gurbet kaçtı gözüme
turuncu eleni
le transanatolien
GEZİ
bükreş günleri
ÇOCUK KİTABI
bizim sinemamız var
cumartesiye çok....
 
CEREN BALEL
 
MEKTUPLAR
HAFTANIN YAZISI
ARŞİV
 
iletişim
 






PEYGAMBER ÇİÇEĞİ  

          

          Güneşli günler geride kalmış, boz bulanık bulutlarla birlikte büyük bir sessizlik çökmüştü kentin üstüne. Birdenbire bastıran  kırağılar, annemin onca emeğini heba etmiş, o canım fesleğenler, camgüzelleri, küpeçiçekleri, sardunyalar bir gecenin içinde  kaynar suyla haşlanmışa dönmüştü. Arada bir de olsa güneş çıkmadığından, üç gün önce sicim gibi inen yağmurun yol açtığı çamurlar bile kurumamıştı henüz. Araba tekerleklerinin yollarda açtığı çukurlardaki yağmur suları sabahları cıncık gibi buza kesmişken az sonra bakıyorsun ki çipil çamura dönmüş. Bulutlar adamakıllı alçalmış, neredeyse yere değecekler. Çatıların üzerini örten koyu kurşuni yapış yapış perdenin altında gündüz gözüyle bile kapkaranlık oluyor ortalık.

            Beklenmedik bu serinlik biz çocukların olduğu kadar mahalleli kadınların da ayaklarını sokaktan kesmişti. Kapı önlerinde örgüsünü ören, nakışını işleyen, mercimeğini bulgurunu ayıklayan kalmamıştı. Seher Abla eskileri bozup kızına öteberi yaparken bir yandan da Almanya’daki hayırsız kaynından yakınmıyordu. Takıp takıştırıp sürüp sürüştürüp pencere önlerinde onun bunun erkeğine gerdan kırıp göz süzen eltisini çekiştiren Tokatlı Sadakat dedikleri kırmızı yanaklı, bodur boylu, etine dolgun esmer kadın da kayıplara karışmıştı. Her gördüğü genç kızı askerden gelen torununa almaya kalkışan Erzurumlu da öyle.

            Birdenbire bastıran soğuklarla birlikte, el ayak çekilmiş, sokaklarda kimsecikler kalmamıştı.

            Çeşmenin başı bile eskisi gibi kalabalık olmuyordu; suyunu dolduran başını dolayıp savuşuyordu evine. Öyle eni konu bekleyip ağız ağza  verecek, şunu bunu çekiştirecek zaman nerede?... Herkes kendi telaşında!... Bulut gibi kış geliyordu. Oradan oraya koşturup harıl harıl eli kulağındaki kara kışa hazırlanıyordu millet.

            Birkaç gündür serpiştirdiği halde bir türlü yağmayan yağmura en çok annem sinirleniyor olacak ki barut gibiydi! Bir yerde duracağı yoktu. Sinirleri iyice gerilmiş, odayı arşınlayıp duruyordu. Güldüğünü görmediğim solgun yüzü daha bir asılmış, hareketleri daha bir değişmiş, sertleşmişti.

            İkide bir pencereye gidiyor; bulutların ilk geldiği günkü şiddetli yağmurlar sırasında su sızmasın diye babamın eski fanilasından yırtıp kağşamış çerçevelerin arasına sıkıştırdığı bezleri tepiştiriyor; aslında yaz aylarında bile yeterince aydınlık olmayan tek pencereli odamızı böylesi havalarda zifiri karanlığa boğan buğuları siliyordu camdan.

            Bir yandan da kendi kendine söylenip duruyordu:

            “Bir sen eksiktin!... Ne yağıyor, ne açıyor mübarek!... Yağıyor musun, açıyor musun, ne yapıyorsan yap da sen de kurtul, biz de... Ne bu yahu! Üç damla oraya, beş damla buraya...”

            Büyükannem oturduğu köşeden başını kaldırıyor. Ters ters annemin yüzüne bakıyor:

            “Hele şunun suratına bak! Hele şu surata bak, Allah’ını seversen!...”

            Kırışıktan geçilmeyen yüzünün orta yerinde  kıvılcımlar saçan iri kanlı gözleriyle yiyecek neredeyse annemi. Başını titreterek bakıp duruyor bir süre.

            “Suratsızın çalımına bak!... Kellesini kesmişsin sanki, kellesi kesilesice!...”

            Ne var ki, ne onun kendini yiyecekmiş gibi bakan gözlerini görüyor, ne de dişlerini gıcırdatarak homurdanışını duyuyordu annem... Arkası dönük, sokağı izliyordu. Çatlak camlarından birine hamurla gazete kağıdı yapıştırılmış penceremizin önüne dikilmiş bakıp duruyordu. Omuzlarının kalkıp kalkıp inişine, burnunu çekiştirip duruşuna bakılırsa ağlıyor olmalıydı yine.

            Büyükannem dolup dolup taşıyor. Bir şeyler söylemek istiyor, birkaç kez niyetleniyor, sonra vazgeçiyor. Ne düşünüyor, kırk tilki dolaşan kafasında neler tasarlıyorsa, eğiyor başını, hiçbir şey olmamış gibi Doktor ile oynuyor. Çocuğun ensesini gıdıklıyor, sonra kendisi yapmamış gibi onunla birlikte bunu yapanı aramaya koyuluyor.

            Doktor, en küçük kardeşimin adı. Büyükannem öyle diyor. İçimizde sevdiği, kanının kaynadığı, baldırlarına çimdiği basmadığı tek torunu o. Büyüyünce doktor olacak, belinin, bacaklarının ağrılarına çare bulacakmış... Kendi yakıştırdığı bu düzmece geleceğe öylesine inanmış ki yirmi-yirmi beş yıl ömrü olup olmadığını bile düşünmeden, şimdiden kızcağızı doktor gözüyle görüyor. Belli bir saygı gösteriyor ona. Bir gün olsun adını vermiyor. Doktor aşağı, Doktor yukarı... Oturup kalkıp Doktor diyor. Kulak alışkanlığından mı ne, bizim de ağzımız alıştı. Yasemin diyenimiz kalmadı çocuğa. Bir ara nasıl olduysa kırış buruş yanağına kondurduğu küçük bir öpücük her şeyden habersiz bu küçük kardeşimi bir anda büyükannemin gözdesi yapmıştı. Şimdi yaşlı kadının gözünde dünya bir yana Doktor bir yana.

            Fakat bugünlerde onun da pabucu dama atılacağa benziyor. Büyükannem, annemin beli her kalınlaşmaya başladığında yaptığı gibi bu kez de kalıbını bastı hemen:

“Ne derseniz deyin, oğlan! Bu sefer oğlan değilse, zilliyim...”

Daha ikinci ayına yeni giren bebeğe Seyfettin adını yapıştırdı yine. Daha bizler dünyada bile yokken kaybettiği büyükbabamın adını torunlarından birine koymaya öyle bir hevesli ki benden başlayarak sırasıyla hepimize koymuş. Tıpkı bugünlerde yaptığı gibi daha anamızın karnındayken oğlan olacağımıza biricik oğlunun  –babamın-  başı üzerine bahse tutuşarak hepimize Seyfettin adını yapıştırmış. Terslik bu ya, dördümüz de kız olmuş ve onun bu hevesini kursağında bırakmışız.

Son günlerde umudunu, annemin ucun ucun şişmeye başlayan karnına bağlamıştı. Onun için de yüzüne gülüp duruyordu. Ne var ki, annemin ne yapıp edip bu çocuğu düşüreceğini öğrenince beyninden vurulmuşa döndü. Eski suratsızlığı yeniden geldi üstüne. Hani ne derler, burnundan soluyor. Kime nasıl çatarım, nereden ne kavga çıkarırım diye aranıyor adeta.

Annem bizleri  –özellikle de beni-  köşeye kıstırıp sıkı sıkı öğütlüyor:

“Aman ha, göreyim sizi... Benim derdim bana yetiyor... Durup dururken başıma iş çıkarmayın...”

Annemin söylemesine gerek yok aslında. Biz elimizden geleni yapıyoruz. Büyükannemin gözüne batacak, onu sinirlendirecek bir şey yapmamak için neredeyse yerimizden bile kıpırdamıyoruz. Başımıza yumruğu indirmesine, baldırlarımıza çimdiği basmasına aldırmıyor, olura olmaza ağlamıyoruz. Etimizden et kesse sesimizi çıkarmıyor, işi vurdumduymazlığa vuruyoruz.

“Nasılsın gelin kızım?” demiyor artık anneme.

Elinin tersiyle karnını da sıvazlamıyor:

“Bu sırada birden bire büyümeye başladı, biliyor musun?”

“Bu sefer karın biraz değirmice... Kızlarda daha sivri oluyordu...” da demiyor.

Onlar hep Yasemin’eydi. Aslında hepimize yapmış ama ben yalnızca onu gördüm. Aman Allah’ım, görseniz ne ilgi ne ilgi anneme!

“Gelin kızım...” dedikçe ağzından bal akıyordu.

Şöyle ağırca bir şey kucaklayacak olsa, ufak yollu aksayan bacağını sürükleyerek koşturuyordu yanına:

“Aman geliin! Yüklü yüklü leğen mi kaldırılır a kızım?... İnsan söyler, n’olacak, ben kaldırsam elime mi yapışır...” diye elinden alıyordu hemen.

Bir iş yaparken azıcık terleyecek olsa, kalkıp sırtına bir hırka falan atıyordu.

“Aman ha yavrum, dallarını üşütme sakın!... Ne demişler, ne gelirse soğuktan gelir!...”

Annem kendisine yağdırılan bu tatlı sözlerin gerçekte karnındaki bebeğe –özellikle de Seyfettin’e- olduğunu biliyorsa da ses etmiyor, farkında değilmiş gibi davranmakta yarar görüyordu.

Aslına bakarsanız, annemle büyükannemin yıldızları oldu bitti barışmazmış. Büyükannem daha işin başında onun bu eve gelin gelmesini istemiyormuş. Babamı caydırmaya çok uğraşmış, ama engelleyememiş. Okutup üfletmeleri, muskaya, kilit bağlatmaya verdiği onca paralar boşa çıkmış, cini kadar sevmediği annem, gelmiş oğluna karı olmuş.

Bunu günaşırı ettikleri kavgalardan çıkarıyordum. O zamanlar böyle değilmişiz. Büyükbabamın kocaman bir bakırcı dükkânı varmış ki deme gitsin! Bir köşesinde adamı kıtır kıtır doğrasalar, öteki köşesinde duyulmazmış. O kadar büyük, o kadar genişmiş... Ve hangar gibi bu dükkân ağzına kadar bakırdan geçilmezmiş. Silme dövme bakır doluymuş her köşesi. Boy boy tencereler, tavalar, el leğenleri, ibrikler diziliymiş raflarda. Sabahları çırak  – kimsesiz bir çocukmuş, dükkânda yatarmış-  kalkıp da, kepenkleri kaldırdı, dükkânın önünü sulayıp süpürdü, kıpkırmızı bakırları yerleştirdi mi, o canım mangallar, kapaklı sahanlar, yayvan tencereler, lengerler güneşin altında pırıl pırıl yanar, bakanların gözlerini kamaştırırmış... Karşı kaldırımda bakırcılık yapan Karnik Usta hasedinden bizim dükkânı görmemek için kapının önüne sandalyesini atıp oturamazmış. İçerinin o isli kömür ve nışadır kokulu havasına kapanır kalırmış zavallı.

Bunları ezberlemiştim artık. Daha ben doğmadan yıllar önce satılan ve yıkılıp yerine kocaman banka yapılan bu bakırcı dükkânını gözümü açıp görmüş, hatta içinde yaşamış gibi yakından tanıyor, hangi rafa kazanların, hangisine yayvan tencerelerin, kapaklı sahanların dizildiğini biliyor, bir kabın dövme bakırdan mı yoksa çark bakırından mı olduğunu o saat anlıyordum. Aklıma geldikçe de çırak İdris’in taklidini yapmak için divanın bir köşesine ya da annemin üzerine işlemeli örtü serili çeyiz sandığının üzerine dirseklerimle sıkı sıkı abanıp, birbirine birleştirdiğim ayaklarımı o yana bu yana sallayarak, olmayan bakırları parlatıyor, konu komşuyu gülmekten kırıyordum.

Şimdi aynı şeyleri en küçük kardeşim yapıyor. Öteki kardeşlerim de tıpkı benim gibi bu yollardan geçtiklerinden, Doktor’un bu hareketleri onlara da ilginç gelmiyor. Ama siz bir de konu komşuyu görün! Gülmekten kasıkları yarılıyor!

Dün Serçe’nin karısının yanında yaptı aynı şeyi. Güle güle öldü kadıncağız.

Onun böyle çaput kilimin kaygan olmayan yüzünde ayaklarını o yana bu yana kaydırmaya çalışırken, ayaklarını değil de kalçasını salladığını gören kadın, gülmekten neredeyse altına kaçırıyordu!...

“Anam, nereden öğrendi şuncağız sıpa!...” diye şaşırıp kaldı kadın.

O gider gitmez de kızılca kıyamet koptu yine!

Büyükannem küs oluşuna falan aldırmadan soruyu yapıştırdı anneme:

“Neden gelmişti yine?...”

“Ne bileyim! Komşu değil mi, gelir a...”

Vay efendim, onu diyen sen misin! Bir köpürdü seninki!

“Komşuymuş!... Nereden komşum oluyor, elin kahpesi! Ne zamandan beri Kızılbaş’tan komşum olmuş?...”

“Anam etme, ayıptır... Kulağına falan gider de...”

“Giderse gitsin, bayırın zillisinden mi korkacağım! Alaca yünden börküm yok, kimselerden korkum yok!... Kulağına gidecek de, bilmem neremi kesip alnına asacak değil a!... Bu karı buraya boş yere gelmez. Çekilecek bir bulguru vardı, beni görünce başka hava çaldı...”

Bir bağırıyor! Evin içi kalkıp kalkıp iniyor.

Fazla üstelemedi annem. Malının huyunu biliyor. Bir kez Nuh dedi mi, peygamber demez artık. İpe gider, inadından vazgeçmez... Çaresiz, doladı başını mutfağa gitti.

Büyükannem onun bu hareketine iyice ifrit oldu. Ağzına geleni aktardı. İçerisinde birikmiş ne kadar kini varsa bir bir kustu. En çok da kadının anneme karnındakini düşürmesini öğütleyişine kızdı galiba. Biraz daha oyalanacak olsa, ne yapar eder kalkıp kadını döverdi ha! Zavallıyı bir temiz pataklar, sonra da kolundan tuttuğu gibi yallah dışarı!... Bereket, başlangıçta kendini toparlayamadı. Hırsı sonradan artmaya başladı.

Huyu öyledir onun. Hani ilaç içersin de etkisini yavaş yavaş gösterir, büyükannem de öyle işte... Bir olaya, bir söze tepkisi hemen o anda verdiğiyle sınırlı kalmaz. O şeyi daha sonra kafasında geliştirip ne boyutlara vardırır bilinmez, işte böyle durdukça öfkesi artar.

“Hele yosmaya bak hele!... Hele Serçe’nin karısına bak!... Dört sıpa nesine yetmiyormuş... Dört sıpa yaparım ben seni, zilli!...”

Soluklarımızı kıstık dinledik...

Hırsı da öyle çabuk geçmediğinden bir süre sonra uykumuz geldi tabi. İlkin Doktor, arkasından Yurdagül, sonra Fehime uyudu... Ardından da ben...


   
      

canada goose homme parajumpers solde doudoune moncler timberland femme ugg suisse doudoune moncler femme timberland homme ugg australia parajumpers femme moncler soldes canada goose solde moncler femme canada goose pas cher moncler doudoune femme canada goose femme timberland suisse moncler homme parajumpers homme ugg pas cher in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
ugg ale canada goose suomi moncler sale canada goose takki barbour takki moncler takki timberland suomi canada goose sale parajumpers takit canada goose trillium barbour tikkitakki canada goose ale barbour jacket parajumpers long bear moncler untuvatakki parajumpers takki
adidas superstar femme adidas stan smith adidas superstar adidas stan smith femme
belstaff motorcycle jackets woolrich canada moncler vancouver barbour jacket duvetica canada uggs canada peuterey jacket woolrich parka timberlands canada parajumpers gobi timberland boots women duvetica outlet parajumpers outlet moncler canada
canada goose italiaa ugg saldi woolrich uomo woolrich parka woolrich outlet moncler uomo scarpe timberland ugg stivali stivali ugg moncler milano timberland shoes canada goose outlet timberland scarpe moncler outlet canada goose zug in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
moncler dames ugg ale uggs handschoenen moncler jas dames woolrich jas canada goose jas moncler heren parajumper jas dames barbour jackets barbour dublin timberland nederland timberland heren timberland boots moncler jas barbour wax moncler takki parajumper jas parajumpers sale in nederland hvor kjøpe generisk cialis på nett i Norge
canada goose pas cher doudoune moncler moncler outlet veste moncler timberland shoes timberland femme moncler veste moncler veste homme canada goose outlet veste barbour timberland chaussure timberland homme parajumpers pas cher canada goose montreal doudoune canada goose femme ugg soldes
parajumpers tilbud moncler jakke moncler jakke herre nike sneakers nike sko nike sb stefan janoski max nike sb janoskicanada goose baby ugg boots canada goose danmark timberland boots parajumpers long bear canada goose trillium parka canada goose jakke parajumpers udsalg parajumpers jakke udsalg ugg hjemmesko timberland sko
Viagra with Dapoxetine kaufen Kamagra Fizzy Tabs viagra apotheke Viagra pour Femme Viagra Dapoxetine Viagra pour femme acheter du cialis Generika Testpakete Acquisto Cialis Super Active Cialis Daily Viagra kopen erectiepillen kopen Acheter Levitra cialis 20mg Comprare Propecia Acquisto Brand Viagra kamagra kaufen viagra voor vrouwen Kamagra France